ŞÖHRET PSİKOLOJİSİ

Screenshot_1

  Tanrı mı? İnsan mı?

YAZAN

Suna ÜÇKARIŞOĞLU

  

“ Bir aktörün başına gelebilecek en kötü şey, kendi hakkında yaratılan efsaneye inanmasıdır. “

                                                                                     MARLON BRANDO

 

ÖNSÖZ…

 

“ Özgürlüğümüz için nereye kadar gidebiliriz? “ sorusunu kendime sormaya başladığım zamanlar henüz on üç yaşındaydım.

Yaşıtlarım sokakta oyunlar oynarken, ben bu sorunun cevabını çoğunlukla geceleri evimizin damında, yere serdiğim kilimin üzerine uzanıp kocaman yıldızlara bakarak bulmaya çalışırdım.

Decartes’le tanışmamda o yıllara rastlar.

 “ Üniversitede okuyan ablamın kitapları arasından seni bulup çıkardığımda, yazdıklarını anlayabilmek için tam beş yıl uğraştım dostum Decartes… “  

 Söylediklerini anlayamasam da, o benim o yıllarda ki tek dostumdu. Ben ona “ Bir insan özgürlüğü için nereye kadar gidebilir? “diye sorduğum zamanlarda “ Düşünüyorum, öyleyse varım. “ diyordu. Demek ki o da benim gibi düşünüyor diyerek gülümsüyor, ardından annemim verdiği işleri yapmaya dalıyordum.

 Büyüdükçe, dostum Decartes sayesinde yeni dostlarda edinmeye başlamıştım. Sokrates, Montaıgne, Dante, Marcus, Nietzsche, Freud, Balzac, Goethe, Confucıus…

 Her ne kadar bir insanın özgürlüğü için gidebileceği yerin neresi olduğu soruma cevap veremeseler de onlar benim dostlarımdı.

 Ve bugün;

 Bir insanın özgürlüğü için gidebileceği yerin neresi olduğunu düşünerek yirmi üç yıl önce yola çıktığım İskenderun’dan, Türkiye’nin en büyük metropollerinden biri olan İstanbul’da yazar, senarist, gazeteci, televizyoncu kimlikleriyle yüzlerce başarılı işe imza atmış, onlarca ödül almış biri olarak yaşamaktayım. Şimdilerde en büyük hayalim senaryosunu yazdığım sinema filminin yönetmenliğini de üstlenerek çekmek.

 Bir insanın özgürlüğü için nereye kadar gidebileceği soruma gelince…

 Yıllar sonra olsa da cevabı buldum… Umarım sizde benim gibi mucizelerle dolu yaşadığımız evrende aradığınız cevapları bulabilirsiniz…

 

“ Şöhret Psikolojisi “

 

 “ Üstinsan’ı öğreteceğim sizlere. İnsan aşılması gereken bir şeydir. Onu aşmak için ne yaptınız? ” Diye soruyordu dostum Nietzsche.

 Bir insanın İNSAN’ı aşabilmesi için öncelikle İNSAN’ı çok iyi tanıması gerekirdi.

 Bilmediğiniz bir şeyi nasıl aşabilirdiniz ki? Ya da aşma yollarını nasıl bulurdunuz?

 “ İNSAN “ üzerine ne kadar kitap yazılmışsa hepsini toplayıp okumaya, ciddi anlamda notlar çıkarmaya başladım. Böyle bir duruma hiç yabancı değildim aslında, çocukluğumdan kalma bir alışkanlıktı bu bende… Kendimce oynadığım bir oyundu…

 Aldığım kitapların arasında en çok ilgimi çeken Ahmet Arvasi oldu.

 “ İnsan kendini aramaktadır “ diyordu. Bu doğruydu. Ben de kendimi arıyordum. Çoğu zaman her şey yolunda gitse de RUH ve BEDEN ikileminde tıkanıp kalıyordum. Ahmet Arvasi,  İNSAN ve HEYKEL diyalogunda madde ile insan çatışmasını açıkça gözler önüne sererken aradığım birçok cevabı da beraberinde veriyordu.

 Geriye İNSAN’ları incelemek, zaaflarını, çıkmazlarını, bunalımlarını, sevinçlerini, başarılarını ve ilerlemelerini sıralamaktan başka bir şey kalmıyordu bana.

 İyide normal insan nasıl bulacaktım?

 Magazin Gazetecisi olmam nedeniyle etrafımda Ünlülerden, basın danışmanlarından, magazin gazetecilerinden başka neredeyse kimseyi göremeyecek kadar yoğun çalışıyordum…

 Şöhretli insanı normal insandan ayıran daima farklı bir psikoloji vardı. Tam yirmi üç yıldır bu insanların içindeydim ve nasıl bir psikoloji içinde yaşadıklarını, bunalımlarını, sevinçlerini, çıkmazlarını, mutluyum derken bile mutluluk kavramından çok uzakta yaşadıklarının en yakın tanığıydım.

 Şöhret olmak onlar için tanrısallaşmak gibi bir şeydi… Onlar dokunulmazdı. Onlar her daim önlerinde secde edilecek kutsal varlıklardı. O yüzden de onlara dair gerçekler magazin gazetecileri tarafından açığa çıkınca kıyametler kopuyor, kameralar kırılıyor, fotoğraf makinelerinin içinden filimler çıkartılıp parçalanıyordu.

 Zamanla İNSAN’ı tanımaya ünlülerden başlamak keyifli ve eğlenceli olmaya başlamıştı benim için. Onlardaki duygusal değişimleri, olaylar karşısında ki tepkilerini, aşklarını, mutluluklarını, mutsuzluklarını, sıfırdan zirveye çıkışlarını, zirveden neden indiklerini izliyor uzun uzun notlar alıyordum.

 İlerleyen zamanlarda notlar almakla kalmayıp,  şöhretli insanların davranışlarını değiştirerek farklı bir sonuca nasıl ulaşabileceklerinin hayali öykülerini yazmaya başlamıştım.

 Şöhretler dünyası benim film setimdi artık. Sık sık senaryo üzerinde değişiklikler yapıyor, onlara farklı roller veriyor, ardından çıkan sonuçları inceliyordum.

 Zaman zamanda değer verdiğim sanatçılara, başları derde girdikleri anlarda magazin gazetecilerinin uzattığı mikrofonlar karşısında kendilerini koruyabilecekleri ipuçlarını söylüyordum. Sonucun harika olduğunu gördüklerinde sevinçten gözleri ışıldıyor, olaylara farklı bir pencereden bakabilmenin mümkün olabileceğinin farkına varıyorlardı. Onların gözleri ışıldarken, ben araştırma notlarıma yeni bir sonucu ekliyordum.

 “ Bir insanın davranış biçimi ona, ya doğru yolun haritasını gösteriyordu, ya da çıkmaz yolculuğun başlangıcını yaşatıyordu.”

 Yirmi üç yıldır tuttuğum notlar gerçek yaşanmışlıklarla doluydu.

 

                                                   * * *

 Elif Çakır’la bir arkadaşımın yanında tanıştığımda, ne onun Selis yayınevi’nin sahibi olduğundan haberdardım,  ne de yirmi üç yıldır bana şöhretler dünyasındaki insanlar hakkında çok şey öğrenmemi sağlayan izlenimlerimi yazdığım notların kitap olacağından. 

 Elif Çakır’ı uzaktan tanıyor, türbanı yüzünden daha önce çalıştığı gazetede sorunlar yaşayıp ayrıldığından haberdardım yalnızca.

 İnsanların dış görünüşlerine göre sınıflandırmamayı, insana insanca  değer vermeyi dostlarım Decartes, Nietzsche, Balzac, Sokrates, Dante’ten öğreneli uzun yıllar olmuştu. Ayrıca hayatta yaşadığımız hiçbir şeyin tesadüf olmadığını…

 Elif’le bir anda kaynaştık. Öyle çok konuşuyor, kısacık zamanda hayata dair ne varsa öyle çok şeyden söz ediyorduk ki… Birden sustu… Kahverengi gözleri ışıl ışıl parlarken;

 “ Uzun zamandır yapmayı çok istediğim bir şey vardı. Bir türlü olmadı. Lütfen bunu sen yap. ‘ Şöhret Psikolojisi ‘ adlı kitabı sen yaz. “ dedi.

 “ Nasıl yani? “

Bunca yıldır kimselerin bilmediği şöhretler dünyasıyla ilgili notlarımı öğrenmesine imkan yoktu.

Ertesi gün Cağaloğlu’ndaki yayınevinde buluşup dört saat süren uzunca bir toplantı yaptık. Bilimsel bir açıklamadan çok, yaşamış bir insanın gözüyle ünlülerin dışardan göründüğü gibi hiç de kolay hayatlar sürmediğini, onlarında bizler gibi duyguları olduğunu, hatta normal bir insanın yaşadığının daha fazlası sorun yaşadıklarını, değişen psikolojilerini okuyucuyla paylaşmamı istiyordu.

Elif’in böyle bir çalışmam olduğunu bilmeden bu teklifi bana yaptığı zamanki şaşkınlığım hala üzerimde… Bir kez daha anladım ki hayatta yaptığımız, yapmakta olduğumuz hiçbir şey tesadüf değil.

Sevgiyle ve İnsanca kalın.

s.uckarisoglu@gmail.com

                                                                                          Suna Üçkarışoğlu

 

                                             1980’li yıllar…

Bu yıllar 12 Eylül darbesinin yapıldığı, TRT televizyonlarının tek kanal olarak yayına devam ettiği, özel kanalların adından dahi söz edilmediği yıllar.

Bu yıllar cep telefonları yerine köşe başlarında, büyük meydanlarda PTT’nin ankesörlü telefonlarıyla iletişim kurulduğu yıllar…

Bu yıllar bilgisayarların bizleri esir almadığı, gazete tirajlarının tavan yaptığı yıllar.

Bu yıllar ünlü sanatçıların, albümlerinin yok sattığı, sinema filmlerinin gişe yaptığı, konserlerin izdihamlarla dolup taştığı yıllar.

Bu yıllar mantar gibi çoğalan magazin programlarının olmadığı; Kim? Kiminle? Nerede? Diye sorulmadığı, özel hayatların didik didik edilmediği yıllar… 

Bu yıllar köşe yazarlarının tiraj kaygısıyla ünlü sanatçılardan söz etmek yerine ülke sorunlarıyla ilgilendikleri yıllar.

                                                      * * *

80’li yıllardan 90’lı yıllara, 90’lı yıllardan 2000’li yıllara uzanan geniş bir yelpazede şöhretlerin dünyasına birlikte yolculuk yapacağız…

Bugünlere nasıl geldiklerinin en yakın tanığı olurken, İNSAN’a İNSANCA bakmanın önemini bir kez daha anlayıp, şöhretli insanların değişken psikolojilerine, içinde bulundukları zorluklara, acılarına ve başarılarına ortak olacağız. 

Unutmayalım!..

“ Tutkularımız, aşklarımız ve hayallerimiz dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım hep aynıdır; bu yüzden birimizin hikayesi aslında bir diğerimizin de hikayesidir. “   

       

DEVAMI HAFTAYA PAZAR